top of page

O Kadına...

Geçen gün bir kadınla tanıştım. Kendisi gizli tutulmasını istediği için kim olduğunu yazmıyorum.

Hiç tanımadığım birisiydi ve büyük bir telaşla bana ulaşmaya çalışıyordu. Telaşı öylesine büyük, öylesine korkutucuydu ki karşı koymak mümkün değildi.

Telefonda kim olduğunu kısaca tanıttı, kendisini tanımıyordum ama hem onu hem de beni tanıyan ortak birileri vardı. Sesindeki telaş beni de telaşlandırdı, görüşmek istemesinin nedenini anlamaya çalıştım ama mutlaka yüz yüze konuşmamız gerektiğini söyledi. Benim için çok önemli olmayan ama kendisi için ölümcül sonuçları olabilecek bir konuda mutlaka yüz yüze görüşmemiz gerekiyormuş. Kendisini ofise davet ettiğimde gelemeyeceğini, kimseye görünmek istemediğini belirtti. Neyse uzatmayayım, öğle saatlerinde bir pastanede buluştuk.

Sadece adını bildiğim, kime benzediğini, ne giyindiğini, nerde oturduğunu bile bilmediğim kadını pastaneye girer girmez tanıdım. Çaresizliği ve gizemiyle fark edilmemesi mümkün değildi. Masada karşısına oturdum ve karşılıklı birer çay içtik.

Benden yaşını tahmin etmemi istedi, gayet başarısız bir tahminde bulundum ve tabi yanıldım. Hayat onu 10 sene fazladan yaşlandırmıştı. O bir kadındı, nasıl göründüğü, kaç yaşında gösterdiği önemliydi ve acı olan şu ki, olduğundan çok daha yaşlı göründüğünü biliyordu. Güya bu duruma aldırmıyordu ama ilk cümlesinde yaşını tahmin etmemi istemesi, sakladığı birçok şey gibi hassasiyetini gösteriyordu.

Bir gün önce öğrendiği acı bir haber sebebiyle, sabaha kadar uyuyamamış. Doluya koymuş, almamış… Boşa koymuş, dolmamış… Yani sabahı sabah etmiş ama derdine çare bulamamış. Kendince tek çaresi, benimle görüşmekmiş… Yaklaşık 2 saat pastanede konuştuk. O anlattı ve ağladı, ben dinledim ama ağlayamadım… Benden istediği tek şey, onu dinlemem ve fikir vermemdi…

Ne garip değil mi? Sabahın bir saati bir kadın sizi arıyor, ölümcül olduğunu düşündüğü bir konu için sizinle görüşmek istiyor. Kadınla görüşüyorsunuz ve hayata bakışınız değişiveriyor… Ne mi oluyor…

Anlatayım;

Hayatın sadece bizim için değil, başkaları içinde önemli olduğunu hatırlatıyor.

Zorluklarla baş ederken, isyan ettiğin anda karşına çıkıyor, kendi hayatını anlatıyor ve bir anda her şey anlamını yitiriveriyor.

Birileri için çaresizlik ve çıkmaz alan bazı şeylerin, başka birileri için “boş ver gitsin” diyebilecek kadar önemsiz olduğunu hatırlatıyor.

Herkesin derdinin kendine büyük olduğunu, kimsenin derdini hafife almamak gerektiğini düşündürüyor.

Sonra geldiği gibi, pastaneden çıkıp gidiyor. Sanki o sabah hiç yaşanmamış, o konuşmalar hiç olmamış gibi uzaklaşıyor.

Şimdi düşünüyorum, içinden çıkılmaz dert onunki miydi yoksa benimki miydi? Hangimiz daha çaresizdik? Umut çok uzakta mı, yoksa çok yakında mı? Tesadüf denilen bir şey var mı? Doğru zamanda doğru yerde olmak tesadüf sayılır mı?

Bu yazının diğer yazılarım gibi bir anlamı ve hedefi yok. Sadece durun ve düşünün…

Çare kimde?

Sevgilerimle,

Gonca Ergün


bottom of page